19 Ocak 2023 Perşembe
Halkın "gerçekleri" öğrenme hakkının gereği var olan bir mesleğin mensuplarıyız.
Yalan olmayan her şey gerçek.
Ancak, bugünlerdeki gibi at iziyle it izinin karıştığı ortamlarda, herhangi bir konu hakkında yargıda bulunurken "gerçek"ten çok daha fazlası, "somut gerçekler" gerek;
Varlığı duyularla algılanabilecek;
Görülecek, duyulacak, bir duygu olarak değil elle tutulur biçimde hissedilecek.
*
Eldeki somut gerçekler şunlar:
Bir: Sinan Ateş suikastı dosyasına bakan savcı, dosyanın başka bir arkadaşına devrini de isteyerek izne ayrıldı.
İki: Sinan Ateş dosyasının bağlı olduğu koordinatör Başsavcı Vekili Mustafa Gökçe, sürpriz değil, aylar öncesinden belli olduğu üzere Umre'ye gitti. Yerine, diğer Başsavcı Vekili Durdu Özer görevlendirildi.
*
Üç: Gökçe, muhafazakar, AK Parti'ye yakın bir isimdi.
Özer ise, iki gündür sanki bir sırmış da ifşalanıyormuş gibi "ortaya çıktı" diye servis edilen fotoğraflarla da, aşağı doğru sarkıttığı bıyıklarıyla da belgelemeye gerek olmayacak şekilde, zaten açıktan "ülkücü" kimliğiyle bilinen biri.
*
Dört: Sinan Ateş suikastındaki rolünün "tetikçiyi Ankara dışına çıkarmak" olduğu öne sürülen, MHP Mersin Milletvekili Olcay Kılavuz'un yanında yakalandığı iddia edilen, siyasi baskıyla salıverildiği söylenen, ve izne ayrılan savcının "mevcutlu olarak" yani "tutuklama talebine" delalet eder şekilde yeniden adliyeye getirilmesi talimatının krize yol açtığı konuşulan Tolgahan Demirbaş, tam da bu yeni görevlendirmelere paralel olarak adliyeye getirildi. İfadesini verdikten sonra da "adli kontrol şartı"yla salıverildi.
*
Bu arada bir satır arası bilgisi:
Dosyanın bağlandığı ilk Başsavcı Vekili Mustafa Gökçe, Balıkesir Dursunbeylili; yani Sinan Ateş'in hemşehrisiydi.
*
Bırakın somut gerçekleri, asgari akıl ve mantıkla dahi cevapları yerli yerine oturtulamayan sorular ise şunlar:
- Her şey çok fazla kör gözün parmağına değil mi?
- Sinan Ateş suikastından sonra bütün gözler MHP'nin üzerindeyken, MHP'nin dosyayı kapatmak, karartmak gayreti içinde olduğuna dönük şüphe bu denli baskınken, dosyanın MHP'yle yakınlığı herkesçe bilinen bir Başsavcı vekilinin koordinatörlüğüne verilmesi de, bu görevlendirmeden sonraki ilk icraatın, bir MHP Milletvekiliyle yakınlığı sabit olan ve tutuklanması umulan şüphelinin ifadesinin alınıp serbest bırakılması olması da, güvensizlik iklimini fazla, ama çok fazla destekleyen, bu işin peşine düşenlere fazla ama çok fazla malzeme veren, fazla ama çok fazla provokatif işler değil mi?
- MHP, tam da seçim arifesinde, zaten tepkilerin odağıyken, bu tepkilerin oyuna da yansıdığı ölçülmeye başlanmışken bu nevi yeni bir şüphe/şaibe altına girmeyi göze alır mı? Alabilir mi? Almış göründüğüne göre, o parmağı gözümüze gözümüze sokma riskine ne uğruna girildi? Hangi "daha büyük kaybın" önlenmesine çalışıyor; kaybedilmeyen ne kaldı ki? Kaldı mı?
- AK Parti, tam da seçim arifesinde, seçmeni iknaya en çok zorlanacağı konu başlıklarından birinin "adalet" olduğu aşikar iken, üstelik de doğrudan kendi kurumsal kimliğini bağlamayan bir mevzuda, adaletin tecellisine bu kadar açık, bu kadar bağıra bağıra, bu kadar göstere göstere neden müdahale etsin ki? Bu MHP'ye verilmiş bir taviz ise, hangi pazarlığın sonucunda? MHP, nasıl ikna etmiş olabilir AK Parti bu yüke ortak olmaya? Yoksa "iknacı" MHP değil mi? Değilse, kim?
- Cumhuriyet Başsavcısı, bu kararı kendi inisiyatifiyle mi verdi? Değilse kim devreye girdi? MHP, AK Parti'den onay almadan bunu yapamayacağına göre Adalet Bakanı mı? Adalet Bakanı, bu kadar çetrefilli bir kararı "yukarıya" danışmadan mı verebilir mi peki?
- Özer'le ilgili olarak "MHP'den gelecek bir talebe direnemez" diyen çok ülkücü, hatta ülkücü hukukçu var. Ama… "Hukuk insanıdır, MHP'lidir ama ikna olmadığı konuda göz göre göre hukuku çiğnemez" diyen de var. Hangisi? Zaman zaten gösterecek. Ve fakat; muhalefetin kazanma ihtimalinin her geçen gün arttığı bir seçim ortamında, Ankara Cumhuriyet Başsavcı Vekilliği gibi "gelecek vadeden" bir konumada bulunan Özer, kariyerini "ateş"e atmak pahasına, kendisini neden böylesi bir "hedef"e dönüştürmüş olabilir? Seve seve mi? Mecburiyetten mi?
- Özer, 15 Temmuz'dan sonra özellikle yargıdaki FETÖ bağlantılı isimler hakkında iddialı bir fezlekeye de imza atmıştı. Bu yönüyle, özellikle sosyal medyayı etkin kullanan bir kesim tarafından itibarsızlaştırılmaya müsait bir profil olduğuna dikkat çekenler var; "MHP'li oluşu" dışında hakkında yazılıp çizilenlerden ne kadarı gerçek, ne kadarı operasyonel?
*
Yukarıdaki, kimileri benim için de gereksiz olan soruları, sırf somutlaştırılmış gerçeğe ulaşmanın gereği oldukları için sıraladım.
Yoksa…
Durdu Özer, bu ülkenin gelmiş geçmiş en iyi hukukçusu bile olsa, siyasi/ideolojik kimliği bu kadar ortada iken, algıda MHP'nin de "karşı taraf" haline geldiği, Ülkü Ocakları eski Genel Başkanının katli dosyası ona emanet edilebilir mi? İşini çok doğru yapacak olsa bile, "kamu vicdanı" açısından sorun teşkil etmez mi?
Hani "Themis'in göz bağı"?
Yandı bitti kül oldu.
*
Deniyor ki…
Bu dosya Özer'e değil de, diğer dört başsavcı vekilinden biri de verilmiş olsaydı, aynı tepkiler söz konusu olabilirdi.
Neden?
Tek Özer değil, MHP yahut Cumhur İttifakıyla bağı olan, aidiyeti yoksa da diyalog halinde bulunan başka başsavcı vekilleri de varmış…
Durum böyleyse…
Aslında ne biliyor musunuz?
15 Temmuz'dan sonra oluşan meşhur muhafazakar-ülkücü-sosyal demokrat ittifakı kapsamında, yargı mensupları, aslında kendi iradelerinin de dışında, "FETÖ'cü olmadıklarını" ispat etmek üzere, bir meşruiyet delili olarak ideolojik, siyasi künye takmaya zorlandılar ya…
Dün yenilen hurmalardan şimdi hep bunlar!..
Tek MHP üzerindeki gölgenin temizlenme gayreti olarak düşünmeyin, Sinan'ın katilleri ideolojik saikle hareket eden bir terör örgütüne üye olmuş olsalardı, bu defa da başka sebeplerde tepki çekecekti Özer'in görevlendirilmiş olması…
Sistemi "partilileştirmenin" kaçınılmaz sancıları…